Deprecated: Function set_magic_quotes_runtime() is deprecated in /www/htdocs/w00c72e4/dersim/includes/mx_system.php on line 22

Deprecated: preg_replace(): The /e modifier is deprecated, use preg_replace_callback instead in /www/htdocs/w00c72e4/dersim/includes/mx_api.php on line 315

Deprecated: preg_replace(): The /e modifier is deprecated, use preg_replace_callback instead in /www/htdocs/w00c72e4/dersim/includes/mx_api.php on line 315

Deprecated: preg_replace(): The /e modifier is deprecated, use preg_replace_callback instead in /www/htdocs/w00c72e4/dersim/includes/mx_api.php on line 1415
dersim-wiederaufbau.de - Üçüncü Dersim Konferansı
dersim-wiederaufbau.de
Ana Menü
ICERIKLER
Üçüncü Dersim Konferansı
nivîskar Dersim Dîrok: Cuma, 26. Kasım 2010

aktuelle News Dersim

Üçüncü Dersim Konferansı

 



 Üçüncü Dersim Konferansı
Ercan Cengiz

Dersim katliamı-soykırımının 73. yılında Avrupa’da üçüncüsü düzenlenen ‘Dersim Konferansı’na, ‘bir aksilik olmadan’ katılmak için haftalar öncesinden hazırlıklarımıza başlıyoruz. İsviçre’den 4 kişi ancak gidiyoruz Konferansın yapılacağı Berlin Parlamentosu’na. Berlin deyince ilk aklıma düşen ‘Berlin Duvarı’nın yıkılışı’ oluyor ve ardından şehrin tarihi… Zamanımız olursa önemli tarihsel yerleri dolaşırız diye konuşuyoruz aramızda. İçimden ‘belki eski arkadaşları görür, dertleşiriz’ diye nasıl atıyor yüreğim… Farkına varmadan birçok arkadaşın hayali gelip oturuyor karşıma, ülkeden, anılardan konuşuyoruz. Sonra ülkedeki o ‘sıcaklık’ sarıp sarmalıyor yeniden, bir arkadaşın elini sıktığını anlıyorsun, gözlerin gülüyor ve aynı sıcaklıkla arkadaşına sarılıyorsun, bir daha sarılmak istiyorsun sürgünde, ama etrafındakilerin gözlerinin üstünde olduğunu anlayınca istemeden ‘başka zamana’ erteliyorsun. Oldukça kısa ve sık sık süren bu gel-gitlerden sonra aklım tekrar Konferansa geliyor. Katılımcıların büyük çoğunluğunu ve nasıl yaşadıklarını bilerek… ‘Kürtler elini çekse’ diyorum, ‘Kürtler Türkiye Cumhuriyetinden elini çekse’ nasıl olurdu? Yani bu ‘üstün ırk’ı yaratmak için, kılıktan kılığa girerek yüzyıla varan katliamlarla Kürdü aşağılayan, dilini, kültürünü hala tanımayan İttihat Terakki’nin kurduğu ve sürdürdüğü emekçi Türk’e de hiçbir faydası olmayan Türkiye Cumhuriyeti… Sonra bir not düşüyor aklıma, A. Kahraman’ı bulmuşken: ‘Almanya M. Kemal’e 26 milyon dolar mı vermiş’ diyorum, ‘merhaba, nasılsınız’ dedikten sonra, O, o mütevazı duruşuyla ‘hayır’ diyor tamı tamına 25 milyon dolar veriyorlar ve ekşiyor yüzü. Bu paranın verilişi Atatürk’ün daha ‘Atatürk’ olmadan öncesine ait olduğunu biliyordum önceden. Türkü-Kürdü-Lazı-Çerkezi… ile 25 milyon nüfusu var mıdır Türkiye’nin o zaman, ne kadarı Türk, ne kadarı Kürt, Laz, Çerkez’dir acaba?... ‘Yedi düvele karşı savaşan’ M. Kemal’in arkasındaki asker ne kadardır, ne kadarı Türk, ne kadarı Kürt, Laz, Çerkez’dir acaba?... Üst üste yuvarlanıp duruyor ‘acaba’ lar...

Dersim ‘Generali’ Seyid Rıza’nın resmi karşımda, uzun ak sakalıyla, Rus’lardan kurtardığı Erzincan’da yakalanıp ‘Buğday Pazarı’nda oğlunun asılışını izlettirdikten sonra , darağacına çekilen ve o darağacında kendi ayağıyla iskemleye vuran Seyid Rıza… Kendini uçurumlardan atan genç kızlar, kadınlar… Samanlığa doldurulup ateşe verilenler… Sıra sıra düzülüp makineli tüfeklerle tarananlar, süngülenenler…Sürgünler… Çığlıklar vuruyor kulağıma; makineli tüfeklerle kesilip atılan çığlıklar… Anne-babasından koparılan üstü başı yırtık, kan içindeki çocuklar... Kız-erkek demeden saçları sıfıra vurulup subaylara ‘besleme’ verilen kız çocukları… Gözleri kızıl, gözleri ateş… Ve yıllar yılı Dersim’li olduğunu bile bilmeden, bilse de ‘unutan’, soykırımı ‘unutarak’ ‘yaşayan’ların gözleri… Ve kuytuluklara sinmiş ‘hain’lerin gülüşleri o çığlıklar karşısında…

Otele varınca ‘Sigaralı oda’ olsun diyorum otelin görevlisine, tek ‘lüksüm’ olan sigara, gizli gizli kemirerek öldüren sigara, acı tütün. Annemle Babama gidiyor aklım, ikisi de yetim. Ne amca var etrafta, ne teyze…ezikliğinden kurtulamadığım… Babam-annem nasıl yaşadı, nasıl dayandı o kadar bilemem. ‘Akrabalarım olsaydı nasıl olurdu, yoksa bir yerlerde yaşıyorlar da kavuşamıyor muyuz?’ Hala hayal eder dururum, olmaya bir gün biri çıkagelse, dese ki senin anne-baba tarafından benim falan… Falanca şehirde falanca işteyim, şu kadar erkek, şu kadar kız çocuğum var… Annemle babam geliyor yanıma, yüzü solgun babamın, hemen yanı başımda, ellerini tutamıyorum her ikisinin de.

Köyümüzden yaşlı bir amca, annemi bir köyde, babamı Awşeker’de çobanlık yaparken bulup getiriyor Taner’deki evine. (Taner ki bundan 200 yıl önce 200 haneli bir köy, şimdi 15 haneli.) Bir evin içinde ev sahibine çalışarak ‘kardeş gibi’ büyüyorlar annemle babam. Sonra köyden bir başkası ‘Husen amca’ babamı alıp ‘gel oğul gel diyor, ölmeden babandan kalan tarlaları göstereyim de sahiplik et, ek-biç’ diyor. Vardıklarında tarlaları ekili buluyor babam. Böylece kendi toprağına kavuşmak için sabırsızlıkla bekliyor ekinlerin kaldırılmasını. Suyu çıkarıp fidan dikiyor, Ermenilerin ‘ağaç dikerseniz, ağacın gövdesi boynunuzun kalınlığına ulaştığında ölürsünüz’ sözü titrete titrete yüreğini… Ekiyor, suluyor, konuşuyor ağaçlarla… Annemle evlendirdiklerinde kendine ait bir ‘evi’ bile yokken… Bir ‘oda’ veriyorlar küçücük tek ‘penceresi’ olan… Babam, evlendikten sonra, ‘balayını’ yarısına kadar çaşırla dolu olan o sarayda (çaşırın sahibi çaşırı hayvanlara verip bitirinceye kadar) geçirir. Aynı sarayda daha 3 yaşındayken ölen çocuğunu kaldırmak için kefen parasına borçlanır, (babam ölene dek kefen parasını borç veren bakkaldan alış-verişini yapardı) bundan başka o sarayda tam 9 çocuk büyütürler. Babamla nüfus idaresine gittiğimde, karşımızda benden birkaç yaş büyük bir memurun önünde düğmelerini ilikleyip ‘esas duruşa’ geçtiğini gördüm, cami minaresinden gelen ezan sesini duyar duymaz put gibi yerinde durduğunu da… Kaldığım otel odasına bakıyorum, pencere tarafına gelip Berlin’in ışıklarını izliyorum. Nasıl da fena kokuyor sigaranın izmariti… Saati 08.00’e ayarlıyorum cep telefonundaki ‘uyandırma servisin’den, saat 05.00 oluyor hala kıvranıyor, hala yanıyor içim…

Titiz bir aramadan sonra Konferans salonuna varıyoruz. Konuşmacıları dinlerken ‘Kürtler el vermeseydi (elleri kırılsaydı da vermeselerdi), ilk ‘hile’sini gördüğünde ‘Atatürk’ün, elini çekse idi nasıl olurdu?’ Bugün, şimdi elini çekse Kürtler, nasıl olurdu sınırlar, askeri yapısı bu devletin, modern köle işçi, memur, sigortasız – güvencesiz çalışanları? sorusu kemirip durur içimi. Rakamlar geliyor kürsüden, 13 bin küsur katledilmiş, bir o kadarı da sürgün… Bunlar devletin arşivinden ele geçen rakamlar, yani resmi, sadece rakamlar… Ve kısa süre önce bu ülkenin Başbakanı ‘CHP iktidarı döneminde, Dersim’de 50 bin kişi katledildi’ diyordu bağıra bağıra… Ve artık ‘bizi katlettiler’ diyebiliyordu Kürtler, bugün bile birliğini oluşturmamış, birbirini ‘ele’ veren, ‘katiline aşık’ Kürtler… Hala ‘M. Kemal yapmadı, O aleviydi, İ. İnönü – F. Çakmak yapmadı, F. Çakmak –ateşi kesin’i- ulaştırmak için katil birliğe, Tawux düzünde dörtnala gelen atı bile çatladı’ diyenler… Bunu diyenlerin hepsi, ama hepsi bilirdi ya da kulağına gelmişti Kayışoğlu Yarması, çaresiz sığındıkları mağaralar, kuru dere yamaçlarında topluca gömülenlerin kemikleri bir bir çıkıyorken gün yüzüne… Rakamları alıp çalıyorum yere, hiçbir değeri yok rakamların… Dersim’in sızısı Dersim’lilerin yüreğinde hala ve hala duman kalkıyorken dağlarından…

Çoktan geçti yasada belirtilen 50 yıl yasağı. Arşivini açmalı Genel Kurmay, Başbakanın bir talimatı yeterli arşivleri açmak için. Ki görülür o zaman kaç askerle kaç çocuğun katledildiği, kaç yıl yasak konduğu Dersim topraklarına ve kimlerin yerleştirildiği sürgün edilenlerin en verimli topraklarına… Öldürdüğü her Kürt başına örtülü-örtüsüz ne kadar para ve daha nasıl ‘ödüllendirildiğini’ katliamda yer alanların, arşivi açmalı Genel Kurmay. Ve o günden bugüne Kürdün kanıyla elini yıkayanları (devşirme olsun olmasın) devletin nasıl besleyip devam edegelen soyunun devleti yönettiğini de…

Horasan değil ki, öldürdüğünü öldür kalanını sür gitsin Horasan’a, bir kısmını da yolda öldür; yasak kalkınca yıllar sonra, cesaret edip de toprağına dönenlere ise ‘Horasan’dan geldik’i bellet sıkı sıkıya, inancını bulandır, kölen yap sür gitsin sefanı…

 Konferanstan dönerken ‘elleri kırılsaydı da Kürtlerin hiç elini vermeselerdi Kemalizm’e, ya da daha ilk hilesinde Kemalizm’in Kürtler çekseydi elini, ya da şimdi hemen bugün baba-dedesinin yapamadığını yapsa Kürtler elini çekse Kemalizm’den, Kemalizm’in hali nice olurdu, yıkılır mıydı Kemalizm’in duvarı’…, hava boşluğundan ağrıyan kulağım, çarpıp durdu beynime.

 NWD Haber Merkezi  

Üçüncü Dersim Konferansı

bikarhênerê qeyda xwe nekiriye nikare şîroveyê binivîsîne, ji kerema xwe re xwe qeyd bikin

şîrove yên nivîskarên xwe ne. ji naveroka wan em nikarin birpirsyar werin girtin.


5 nûçeyên dawî
hilbijare
deqdana nûçeyê
deqdana kêmzêde: 0
Tevayî deng: 0

ji kerema xwe re ji bo deqdana vê nûçeyê çirkeke xwe veqetînin
ciwan (herî baş)
zor baş
baş
eh! îdare dike
xerab

girêdankên têkildar

nûçeya herî li ser hev tê xwendin: aktuelle News:

Berhemênana rupel 0.1966 Di saniyê de, 27 Bi lêpirsîna jêrberhemdankê